Pazar, Ekim 05, 2008

Edirne Gezisi-Hüzünlü Meriç

Edirne gezimize yazdan beri gitmeyi çok istememize karşın birtürlü zaman bulamamıştık. Erken gelen baharı görünce kendimizi yollara attık. İstanbuldan 2,5 saat uzakta olan Edirne'de gerçektende çok güzel zaman geçirdik .

Edirne de ilk durağımız Ali Paşa çarşısıydı. Çarşının içinden geçince badem ezmesi alabileceğimiz bir dükkan gördük. Edirne'nin badem ezmelerini daha önce duydunuz mu bilmiyorum ama gerçektende çok lezzetliler ve istanbul'da satılan fiyatın çok altında satılıyorlar.
Satın alınacak 2-3 dükkan bulunuyor.Biz Ezmecioğlu'ndan aldık. Ancak daha sonra keçecizade'de tadına baktığımız badem ezmeleri  bence daha lezzetliydi. Keçicizade'nin  merkez satış dükkanını  Ali paşa çarşısına giriş yaptığınız hükümet caddesi üzerinde görebilirsiniz.









Keçicizade'de Edirne'ye özgü diğer tatlardan bademli ve fındıklı selanik kurabiyesinden de alıp akşamüstü meriç kenarında çayla yemeğe karar verdik.




Alış verişin son durağı edirne'ye özgü kokulu meyva sabunlarıydı. Uzun zamandır almak istediğim sabunlara ırmağın değişiyle saldırdım. Şimdi mutfağında mis gibi durup bana edirneyi hatırlatıyorlar. Bu sabunların tarihi çok eski zamanlara dayanıyormuş. Osmanlı saraylarında kullanıldığı ve padişah kızlarının çeyizini süslediğini öğrenince şaşırıyorum. Biz gerçektende elimizdeki güzelliklerin kıymetini bilmeyen ve değerlendiremeyen bir milletiz...........


Daha sonraki durağımız selimiye arasta çarşısı ve selimiye camii. Arasta çarşısı eskiden sadece ayakkabıcıların olduğu bir çarşıymış. Şimdi ise kapalı çarşı havasında ve ne yazıkki günümüzün modern alışveriş merkezleriyle rekabet etmekten çok uzak tarihi değerlerinide yitirmiş bir çarşı. İçinden selimiye camii'ne çıkıyoruz.



Selimiye camii şehre girerken sizi muhteşem kubbeleriyle karşılıyor ve şehirden çıkana kadar her sokakta size eşlik ediyor. Mimar Sinan'ın 80 yaşındayken yaptığı ve ustalık eserim diye nitelendirdiği camii mutlaka görülmesi gereken bir güzellikte ve dinginlikte.


















Selimiye camisini gezdikten sonra gerçektende karnımız acıkmıştı. Artık bu meşhur edirne ciğeriyle tanışabilirdik. Edirne ciğercileri alipaşa cami'nin arkasındaki sokakta yer alıyor. Ciğer haricinde tadılabilecek en meşhur lezzetlerinden biri olan Park Köfte diğer bir yiyecek seçeneğidir. Biz ciğer meraklısı olduğumuz için oyumuzu bu yönde kullandık. Gelmeden önce yiyebileceğimiz yerleri araştırmıştım. Herkes Meşhur Edirne Ciğercisi'ni ve PTT'nin arkasında yer alan Aydın Ciğercisini önermişti. Biz Aydın'ı tercih ettik ve tek kelimeyle müthiş doğru bir tercihti.. Gittiğimizde kapısında uzun bir kuyruk vardı. 15 dakika bekledikten sonra aşağıda resmini gördüğünüz lezzetle tanıştık.Bu arnavut ciğerinden daha farklı bir lezzette bir ciğer. İncecik döner gibi kesilmiş ciğerler suda iyice yıkanıyor ve bol yağda kızartılıyor yanında ise acı tavada kızarmış biberlerle servis yapılıyor. Burak arnavt ciğerini tercih ettiğini söylesede biz annemle 10 puan verdik ve tekrar yemek için yollara düşmeye her an hazırız :)






Yemek sonrası sırada beyazıt külliyesi'ni ziyaret etmek vardı.....Bugünkü adıyla Edirne sağlık müzesi olarak adlandırılan müzenin 2004 yılında Avrupa'nın en iyi müze ödülünü aldığını öğrenmek bizleri gerçektende gururlandırdı. İçeriye girdiğimizde bizi kapıda çok kibar bir bey ve hanım karşıladı. Irmağı görünce "gel bakalım küçük hanım seni çok şaşırtıcak bir yere götüreceğiz" dediler. Burası müzenin henüz tadilatı süren odaarından biriydi ve içerisinde onlarca balmumu heykel müzedeki yerlerini almak için bekliyordu. Irmak 'cığım korksun mu şaşırsın mı önce bilemeyerek odaya baktı ve sonra kahkahayı basarak bunlar heykel !!!!dedi. Akıllı bıdığım.... Tasarımcıların yaptığı işten zevk alışlarına hayranlıkla ve birazda gıptayla baktıktan sonra müzeyi gezmeye başladık.







Sultan 2. Beyazıd'ın 1488 yılında inşa ettiği sağlık merkezi avrupa'da o yüzyılda akıl hastalarının yakıldığı dönemde müzikle şifa vermek için yapılmış ve zamanının en büyük doktorlarının çalıştığı ve eğitim aldığı büyük bir tıp okulu olduğunu öğrenmek bir kez daha şaşırtmıştır.














































































Müzeyi uzun uzun gezdikten sonra son durağımız olan Karağaç'a doğru yola çıkıyoruz.
Türkiye'yi avrupa'ya bağlayan demiryolu inşa edildikten sonra karaağaç altınçağlarını yaşamış. Edirne'nin zenginlerinin yazlık yerleri bulunan bölgede avrupadan gelen konukların kalabilmesi için oteller ve eğlence yerleri açılmış.Kısa sürede balkanların en güzel eğlence merkezlerinden biri olan bölge'ye küçük Paris'i deniliyormuş. Ancak bu güzel günler uzun sürmemiş 1. Balkan savaşı sonrasında Edirne 5,5 ay düşman işgalinde kalmış ve meriç ve karaağaç bölgesi bulgaristan'a bırakılmış ve daha sonrasında Yunanlılar tarafından işgal edilmiş. Lozan anlaşmasının imzalanmasından sonra geri alınan Karaağaç suyun ötesindeki tek Türk toprağı. Eskiden rumların ve türklerin barış içinde yaşadığı eğlenceli yerde şimdi çok derin bir sesizlik ve hüzün hüküm sürmekte. Lozan anıtı'nın önünde hüzünle annemle kızımın fotoğrafını çekiyorum. 1998 yılında Trakya ünüversitesi tarafından yaptırılan anıtın yunan sınırı ilerisinden bile görüldüğü söylenmektedir.




Edirne eski tren garı trakya ünüversite araziside yer almaktadır. 1914 yılında inşaatı biten gar ne yazıkki 1. dünya savaşı nedeniyle hiç bir zaman kullanıma açılamamıştır. Gara ulaşabilmek için yunan sınırından geçilmesi zorunluluğu yeni bir demiryou inşaatı yapılmasına yol açımıştır.Trakya ünüversitesi tarafından içi onarılan bina, rektörlük binası olarak hizmet vermektedir. Ve bizim gibi meraklı ziyaretçilere ünüversitenin kapıları her zaman açık :)















































































Ve dönüş yoluna çıkmadan önce meriç kenarındaki çay bahçelerinde meriç köprüsü manzarası eşliğinde çayımızı içerek bu güzel yolculuğu tamamlıyoruz.


























































2 yorum:

yesim dedi ki...

Çok etkileyici bir şehir en kısa zamanda gideceğim.

PINAR dedi ki...

Bende şiddetle tavsiye ediyorum tatlım