Pazar, Aralık 10, 2006

İZMİT-MAŞUKİYE

Cumartesi günü hava o kadar güzeldi ki evde durulacak gibi değildi....Atmak lazımdı, kendimizi sokaklara....Burak bey direksiyona geçti, annemi de alıp yola çıktık. İstikamet köseköy, izmitin 5 km ilerisinde olan eskinin köyü şimdinin belediyesi .....Annemin dedesi izmitte yaşarken bu köyde çok ciddi arsa sahibiymişler. Ölümünden sonra hisse beşe bölünmüş.Sonra bir kısmını anneannem, bir kısmını annem satmış. Ancak hala mevcut olan toprağı arada dolaşmaya gidiyoruz. Ben çocukken burda tavuk çifliğimiz vardı....Bazen gider köy çocuklarıyla oynar, taze yumurta yer kendimi gelincik tarlalarına bırakırdım.

Kuyudan çektiğim buz gibi sularla bahçede yetişen karpuzları yerdim....Artık çiftliğin yerinde müstakil evler var, kuyu ise binaların arasında kaybolmuş. Eskiden hiç araba geçmeyen yollardan geçip araziye gidiyoruz.Irmak inekleri görünce meee diyor.Araziye girip koşmaya başlıyor. Ne yazık ki kızımın böyle özgürce koşabildiği yerler o kadar sınırlı ki. Bizler daha şanslı bir çocukluk geçirdik galiba......






Ayşe teyze köy tarhanası veriyor. Biraz muhabbet ediyoruz.
Her gittiğimizde olduğu gibi gene arsaya ev yapma hayali kuruyoruz.Köy pazarına uğrayıp taze sebze alıyoruz. Yaşasın kara lahana, marketlerde bulamıyorum. Bu arada saat bayağı ilerlemiş karnımız çok acıkıyor. Köye gelmeden yolda ipek pişmaniye den aldığımız acıbade kurabiyesinden yiyoruz. Pişmaniyeler ise muhteşem....














Vedalaşıp maşukiyeye doğru yola çıkıyoruz.











Otobandan sapanca sapağına döndükten 15 dakika sonra maşukiyedeyiz. Temiz dağ havasıı içimize çekiyoruz. Yüksekte olduğumuz için hava biraz serin yemeğimizi içeride yiyoruz. Hava çok soğuk olmadığı için şömineleri yakmamışlar dışarıda oturmak gibi zevkli olmasa da içerisi de hiç fena değildi...







Her zamanki siparişlerden veriyoruz. Kiremitte kaşarlı mantar ve alabalık.Mantar çok güzeldi. Ancak alabalık güzel görüntüsüne karşın çok lezzetsizdi. Sanırım artık eskisi gibi nehir suyunda yetiştirilmedikleri için tadları çok lezzetsiz olmuş. Bir dahaki sefer kiremitte köfte yemeği planlıyorum. Salata güzeldi.








3 alabalık, 2 mantar, salata ve içecekler için 42 YTL veriyoruz. Yemekten çıkışta bankadan bir arkadaşa rastlıyoruz. Dünya küçük......

Cumartesi, Aralık 02, 2006

İSMET BABA

Doğum günüm bu sene Cuma gününe gelince akşam dışarıda yemek yemeğe karar verdik. Uzun süredir kuzguncuktaki İsmet baba'ya gitmeyi istediğim için doğum gününü kutlamak için orayı seçtik. Rezervasyon kabul etmiyorlarmış. Saat 7 olmadan mekandaydık. Ancak cam kenarında masaların tamamı dolmuştu. Ortam tam bir meyhane havasında masalar birbirine çok yakın hatta büyük masalarda hiç tanımadığınız kişilerle yanyana oturmak zorunda kalıyorsunuz.. Bizim yanımıza yemeğin sonuna doğru küçük bir grup oturdu.Ancak rahatsız olmadık....


Menü çok güzeldi. Çok sayıda soğuk meze çeşidinden midye dolma,karides salata, ahtapot salata sıcaklardan börek ve kalamar seçimini yaptık. Midye dolma ve kalamar çok güzeldi. Balık olarak da lüfer ızgara yedik. İçki ve salata dahil 127 YTL hesap ödedik. Lüfer'in fiyatının ( Porsiyonu 25 YTL) olduğunu düşünürsek gelen hesabı normal bulduk.











Free Hit Counter

Çarşamba, Kasım 08, 2006

ÇANAKKALE-KALE RESORT OTEL

İspanya dönüşü Cuma günü çanakkale'ye gidiyoruz. Ablamlar'da cumartesi günü katılınca keyfimiz tam oluyor.Giderken gelibolu'da balık molası veriyoruz. Yemek için tercihimiz herzamanaki gibi yelkenci oluyor. Balık,mezeler ve gelen hesap çok güzeldi. Ben Lüfer yedim. Süperdi. Irmak hanımda bin nazla balık yedikten sonra vapura binip çanakkale'ye geçiyoruz. Otelimiz çanakkale'nin 5 km ilerisinde..........












Otel beklediğimizden çok güzeldi.Odalar gerçektende çok geniş ve konforluydu. Özellikle 1. kat odaları suit daire konforunda. Bizim odamız havuz ve deniz msıkıcıydı.anzaralı çok güzeldi diyecektim ama akşamları havuz kenarında olan düğünler gerçektende yüksek volüme nedeniyle çok can sıkıcıydı.






Otelin deniz kenarında çok güzel bir bahçesi var ancak gürültü sıkıntısı burda da devam ediyor. Sonbahar olması nedeniyle çok az müşteri otelde kalmasına karşın,bahçede çalan yüksek sesli müziğe bir anlam veremedik. Biz yaşlanıp tahammül sınırımız mı azalıyor yoksa insanlar gün geçtikçe daha düşüncesiz ve saygısız mı oluyor anlamak çok zor................Gürültüyü saymazsak ortam güzel,deniz ve kumsal muhteşem...




Çimenlerin üzerine minder atsalar süper olurdu.Ancak biz genede oturduk. Benim sadece gölgem çıkmış :)













Otel çocuklu aileler için çok iyi deniz kumsal, her yer çimen,oyun bahçesi ve güvenlikli salıncaklar var.Yemekte çok sayıda mama sandalyesi mevcut.Alt kat odalarının balkonunda oturup havuzda veya parkta oynayan çocuklarınızı kolayca takip edebilirsiniz.....(Reklamlar::)












ırmak'cığım salıncağa bayıldı. Resimleri yok ama yan salıncakta çok tatlı bir bebiş vardı. Kızımla arkadaş oldular. Ancak yemekte kızımı sürükleyip düşürünce,bizimki oğlana bir daha yüz vermedi. Oğlancağız ne yaptıysa bizim inatçıyı yumuşatamadı. İnsan 7'de neyse 70'de de odur teorisi gerekse ırmak çok inatçı olacak diyebiliriz:)









İskeleden çektik,arkada kumsal gözüküyor......










Dönüşte tekrar yelkenci'deyiz mükemmel bir yemekle bu güzel haftasonunu bitiriyoruz.

Perşembe, Ekim 12, 2006

ABANT-SAFRANBOLU-AMASRA GEZİSİ


Geçen kurban bayramında ( 11.01.2006) Irmak'ı anneme bırakıp, küçük bir gezi yapmaya karar verdik. İstikamet safranbolu........Yaklaşık 15 sene önce yaptığımız karadeniz turunun başında lokum almak amacıyla uğradığımız bu kasabaya tekrar gitmek heyecan vericiydi. Gerçi bütün gezi boyunca Burak'ın ırmak'ı özledim evimize dönelim senfonisini dinlemek durumunda kaldım ama genede çok güzeldi. Bayramın ilk gününü annemle geçirdikten sonra ikinci günü yola çıktık. Her zamanki gibi kahvaltıyı Bolu- Berceste'de yaptık.Buranın açık büfe kahvaltısına bayılıyorum. Sonra abant'a uğradık. Ne yazıkki kar başlayınca mahsur kalmaktan korkarak çok kısa kalabildik. Oysaki ben donmuş ! göl manzaralı bir çay içmek istiyordum :(



Safranbolu'ya akşamüzeri vardık. Otel olarak Turıng tesislerini ( havuzlu köşk) seçmiştik.













Bayram olduğu için hakettiğinin çok üstünde bir para ödemiş olsakta. Çok sevimli bir konak olduğunu düşünüyorum. sanırım yazın bahçesinde oturmak çok zevklidir.






Burak özellikle odadaki şark köşesine bayıldı.











Bu otelde kalmak isteyenler için tavsiyem daha geniş olan köşe odaları tercih etmeleri yönünde olacaktır. Biz ne yazıkki boşyer olmadığı için standart odada kaldık. Odadaki perdeler , yatak örtüleri hepsi çok güzeldi.






Resim biraz karanlık çıkmış gerçi ama konağın adının geldiği havuz gerçektende çok dinlendirici bir mekan. Sabah kahvaltılarını havuzun yanındaki küçü sinilerde yaptık. Kahvaltıdaki tarhana çorbası süperdi....









Akşamları ise havuzun yanında yanan küçük kandillerde ut eşliğinde türk kahvesi içmek büyük keyif. Bu otelde kalmasanız bile türk kahvesi keyfinden kendinizi
mahrum bırakmayın.











Otele yerleşip yorgunluk kahvelerimizi içtikten sonra hemen gezmeye başlıyoruz. Bir iyon prensesi tarafından kurulan kent 1994 yılında Unesco tarafından dünya miras listesine dahil edilerek bir dünya kenti haline gelmiş.Safranbolu tarihi ve kültürel zenginliğinin ifadesi olarak bugün doğal ve çevre dokusu içinde korunmakta olan 1008 esere sahip! Kaya Mezarları, höyükler, Cinci Hanı ve Hamamı, Köprülü Mehmet Paşa Camisi, İzzet Mehmet Paşa Camisi, Yemeniciler Arastası, İncekaya Su Kemeri, Konaklar, Çeşmeler, Türbeler bu eserlerin bir bölümü.....


Biz cinci hanını çok beğendik . Han soldaki resimde gözüküyor. Şimdilerde otel olarak kullanılan han özellikle turistler tarafından tercih ediliyor. Odalarını görmedim ancak avluya bakan küçük kapıları bana çok cazip gelmedi. Ben konak'da kalmayı tercih ederim.!!! Ancak ikinci akşam canlı müzik dinlemeye gittik. Gerçektende Cem Karaca tarzında müzik yapan grubun performansı çok iyiydi.Fiyatlar ise inanılmaz ucuzdu.




Safranbolu'daki ilk günümüzün akşamında yörükler köyüne gittik. Safranbolu'nun 20 km ilerisinde olan köy 750 yıllık. Köyün gençleri çoktan büyük şehirlere gitmiş. Sanırım 40 hane yaşıyor şimdi. Köyün çamaşırhanesi'nin çok güzel olduğunu duymuştum sorduğumuz köylü kadını gelin ben sizi götüreyim diyor. Çok tatlı konuşkan olan bu teyze bize köy içinde gönüllü rehberlik yapıyor. Ne yazıkki çamaşırhane'nin fotoğrafını çekmemişiz.






Eskiden köyün bütün kadınları çamaşırlarını burda yıkar, sonra kapıları kilitleyip çoluk çocuk kendileride yıkanırmış. Derede çamaşır yıkayan bir köy için süper bir lüks düşünsenize. 90'lı yıllara kadar kullanılan çamaşırhane, evlere giten otomatik çamaşır makineleriyle birlikte küçük bir müze olarak tatlı hatırlarıyla kalmış.........







Köyün içindeki güzel evleri dışarıdan gezdikten sonra, ziyarete açık konaklardan birine konuk oluyoruz. Bize köyü gezdiren teyze konağın gelini.....Tatlı diliyle bütün konağı gezdiriyor.









Konağın üst katındaki bu sedire bayılıyoruz. Camdan görünen manzara süper. Bu konak köyün en zenginlerinden birisine ait olduğu için yüksek bir bölgede ve diğer konaklar onun manzarasını kesmiyor. Aslında buradaki bütün konaklarda manzara kesmeme konusu dikkate alınarak inşaat yapılmış, ancak konağın yüksekliği zenginliği de temsil ediyormuş......







Resimdeki köşe ise kaynana köşesiymiş. Tam orta katta merkezi bir konumda. Bizi gezdiren teyze kaynanasından çok çekmiş sanırım. Biraz gülerek biraz sitemle kaynanasının burda oturup sağa sola emir verdiğini anlatıyor :)
Konağı gezmemiz bittiğinde kafeye dönüştürülmüş alt kata iniyoruz. Burası eskiden ahırmış !!! Odanın ortasında kocaman bir soba yanıyor. Sinilerden birine , sobanın yanındaki bir bölgeye çöküyoruz. Birazdan mis gibi soba üstünde demlenen çaylarımız ve şimdiye kadar yediğim en muhteşem gözleme geliyor.



Çıkışta hediyelik eşyalar alarak konak'dan ayrılıyoruz. Ev sahibemiz yeni gelen kalabalık tur grubuna aynı keyifle konağı anlatmaya başlıyor......
Köyden ayrılmadan önce girişteki tezgahlara göz atıyoruz. Burak yaşlı bir amcadan tarhana alıyor. Eve geldiğimizde 1 paket aldığımız için çok pişman oluyoruz. Gerçektende tarhana içtiğim en lezzetli köy tarhanasıydı.....Köye gelen turistler genellikle yörük sofrasını tercih ediyormuş. Biz denemedik ama içeride canlı müzik vardı . Güzel gözüküyordu....Köyden çok mutlu bir şekilde ayrılıyoruz.



Bu arada bu yörük köyünün hikayesini döndükten sonra internetten okuyorum.Orta asyadan dağılan oğuz türklerinin karakeçili aşiretinden bir grup,yörük köyünün ortasında kalan ve halk tarafından çökün adı verilen bölgeye çadırlarını kurmuşlar.Hayvancılıkla uğraşan yörüklere zamanla meralar yetmemeye başlayınca Hacılar obası ve davut odası köylerini kurmuşlar. 250 yıl çadırlarda yaşamışlar.Osmanlı devletinin yerleşik düzeni zorlamasıyla köyler oluşmuş. Uğura inanan yörük köyü sakinleri evlerinin saçaklarına eskiden vurdukları geyiklerin boznuzlarını da asmış............... Yörük köyünden dönüşte safranbolu'da yemek yiyoruz. Kadıefendi restoranda kuyu kebabı ve zerde yiyerek ilk geceyi noktalıyoruz.

Ertesi sabah Amasra'ya gidiyoruz. Safranbolu'dan Amasra aslında çok uzak olmamakla birlikte ( 90 km) yol öyle bozuk ki insanın midesi bulanıyor. Çukurlara gire çıka Amasra'ya vardığımızda bizi keskin bir rüzgar ve yağmur karşılıyor. Buraya kışın gitmenizi tavsiye etmiyorum .Rüzgardan önümüzü bile göremedik. Fotoğraf çekmemiz mümkün olmadığı için fotoğrafları internetten aldım. Ancak gittiğimizde gördüğümüz ilk şey yandaki gibi çılgın bir karadenizdi!







Şehirde yapılacak aktiviteleri korkunç rüzgar nedeniyle yapamıyoruz. Ancak güneşli bir yaz günü gittiyseniz çok güzel bir kumsalı var. Tarihi yerleri seviyorsanız Amasra Müzesi, Amasra Kalesi ve Cenova şatosu'nu gezebilirsiniz. Amasra kalesin'den sağlam kalan çok az yapı gözümüze çarptı.Şehrin içinde gezerken ayakta kalan burçlar karşınıza çıkıyor.






Kalenin iç kale olarak bilinen kesiminde cenovalılar bir şato yapmışlar buraya cenova armalı bir kapıdan ulaşılıyor. Ancak biz sadece kapıyı gördük. Kalenin iç bölgesinde evler ve olağan bir yaşam var.Çekiciler çarşısında dolaşıyoruz. Ahşap işlerine bakıyoruz. bazılarının arkasında made ın Chına yazısını görünce hevesimiz kaçıyor. Amasra'ya gelipte balık yememek olmaz.

Ünü amasra'yı aşan Canlı balık restaurantı'na gidiyoruz. Bütün arkadaşlarımız burayı önerdiği için diğer yerlere bakmıyoruz. Küçük liman bölgesinde bulunan bu restoran bölgenin en eski restoranı. Salatası , balığı ve ballı yoğurdu meşhur. Meze filan yok hemen kızarmış nar gibi balıklar geliyor. Biz mezgit istiyoruz ve tabağın tamamını bitiremiyoruz. Bu arada içerisi o kadar kalabalık ki ne yazık ki deniz kenarında oturamıyoruz. Uzaktan karadenizin hırçın sularına ve küçük adacıklara bakıyoruz.... Salata 29 çeşit malzemeden yapılmış çok lezzetli.




Balıklar güzel kızarmış, üzerine tatlı olarak ev yapımı yoğurt ve üzerine dökülmüş bal, fındık. Kısacası atom !!! Çıkışta biraz daha dolaşıyoruz amacımız birşeyler içmek ama rüzgar öyle rahatsız edici ki, dönmeye karar veriyoruz. Kalsak amasra'nın akşamı yandaki resimdeki gibi oluyormuş sanırım mevsim yaz olmalı !!! Dönüş daha kısa geliyor. Biraz dinleniyoruz.




Ve sonra safranbolu'nun akşamını keşfe çıkıyoruz......
Saat geç olduğu için çarşıdaki çoğu dükkan kapanmış. Açık olanlarda ise çok güzel örme ve atkı ve şapkalar dikkatimi çekiyor. Hemen 2 şapka alıyorum.Burada yemeniciler, bakırcılar, demirciler çarşıları ayrı ayrı sıralanmış, aynı işi yapan dükkanlar bir arada bulunuyor. Birazda olsa kapalıçarşıya benziyor..... Arasta Çarşısına girince karşınızda ilk olarak bir cafe ( Boncuk cafe) görüyorsunuz. Beyaz iş perdelerin süslediği pencerelerin önünde yer alan sedirler duvar boyunca çepeçevre dolanmakta. Ortaya kış günleri ısınmak için bir soba yerleştirilmiş. Tavanda yer alan balkabağından avizeler ortamla bütünlük içinde. Dış kısma ise dışarıda oturmak isteyen konuklar için masalar ve sandalyeler yerleştirilmiş. Sobanın etrafında 3 adam ve 1 kadın ellerinde sazları çok güzel bir müzik yapıyorlar. Semaverde çay istiyoruz , soğuk havada o kadar iyi geliyorki yetmiyor 1 tane daha diyoruz. Kalkıp yemek yemeğe gideceğiz ama ortam o kadar sevimli ki kalkmak istemiyoruz. Kendimize yemek yiyecek bir şeyler ararken, saat geç olduğu için dükkanlar kapanmış,Köprülü Mehmet Paşa Camisi avlusu içinde sol tarafta çok eskiden yapıldığı belli olan bir güneş saati dikkatimizi çekti. Güneşin konumuna göre üçgen prizmanın gölgesi bu çubukların üzerine düşüyor, böylece zamanı ölçmek mümkün oluyordu. Yemek yemek için Cevrik Köprü'ye gidiyoruz. Asıl mekan yörük köyünden dönüşte solda kocaman bir bahçe yaz akşamı için çok güzel. Ama biz gittiğimizde hava soğuk olduğu için gözümüz yolu yemiyor. Çarşıdaki şubesine gidiyoruz.Etli ekmek üzerine ev baklavası yiyoruz hepside çok lezzetliydi. Otele dönmeden safranbolu'nun meşhur lokumundan yaptırmayı unutmuyoruz.

Ertesi sabah kasabanın en yüksek noktası Hıdırlık tepesinden son kez şehre bakıyoruz.Kızımızı çok özlediğimiz için artık bir yerde durmadan eve dönüyoruz.....................

Çarşamba, Ekim 04, 2006

SEGOVİA-MADRİD-TOLEDO


3. GÜN ( SEGOVİA)
Madrid'deki 3. sabahımızda daha önceden planladığımız gibi Segovia'ya gitmek üzere yola çıkıyoruz. İnternet'den okuduğumuz ve daha önce denenmiş ulaşım planını uyguluyoruz. Metro'dan Principe Pio'da iniyoruz. İstasyondan dışarı çıkıp yaya geçidinden geçtiğinizde karşınızda Hotel Florida Norte ve otelin yanında "La Sepulvedana" Express otobüs servisini görüyorsunuz.Otobüsler her 30 dakikada bir kalkıyor. Bileti binmeden almanız yeterli. Yol 1 saat 15 dakika sürüyor.




Perşembe, Eylül 21, 2006

ZARAGOZA-MADRİD



Madrid- ZARAGOZA 1. GÜN
Sabah saat 8.30'da Madrid'e gitmek üzere yola çıkıyoruz. Saat 12.00 civarlarında Zaragoza'da yemek arası veriyoruz. Şehrin en özellikli yeri kathedralin bulunduğu meydan,bizim olduğumuz gün 3-4 düğün vardı. İlginçtir düğünlerde çok az kişi vardı bizim düğünleri görseler çok şaşırırlar sanırım. Bu şehir ispanya'nın 4. büyük şehri olmasına karşın bana çok küçük göründü.












Çarşamba, Eylül 20, 2006

BARSELONA 2. GÜN

İkinci günün sabahında uyanmak biraz zor oldu, kahvaltı fena değildi. Burak kahvaltıda somon füme yememe bir türlü alışamasa da benim çok hoşuma gidiyor. Peynirlerde hiç fena sayılmazdı...Otelin önünden binerek Placa Catalunya'ya gidiyoruz. Otobüsden indiğimizde la ramplas caddesi bütün hareketliliği ile karşımıza çıkıyor. Caddeye arkamızı verdiğimizde sağ kolda ispanyol'ların büyük mağaza zinciri El Corte İngles. Mağaza saat 10'da açılacağı için çok erken saatlerde kapısında bekleyen turistleri görebilirsiniz. Biz alışveriş işini gün sonuna bıraktığımız için karşımızda görülen Passeig de Gràcia caddesinde yürümeye başlıyoruz. Cadde sağlı sollu büyük mağazalardan ( cahannel, max mara, loewe...v.s) ve bunların bulunduğu 19. yy'dan kalan tarihi binalardan oluşuyor. Binalardaki ince işçilik ve renkli vitrinler arasında nereye bakacağımızı şaşırarak yürüyoruz.







Bugün ünlü mimar gaudi'nin evlerini gezmeyi planlıyoruz ve meşhur casa battlo sol kolda görünüyor. Ondan önceki binalar da ince bir zevki yansıtıyor.













Casa battlo Antoni Gaudí'nin çok ünlü mimari eserlerinden birisi ve 1904 yılında inşa edilmiş. Sanat sergilerinin yapıldığı binaya giriş 7 EUR ve ziyaret saatleri hergün 9.00-20.00 saatleri arasında. Biz binayı ve çevresindeki binaları hayranlıkla inceliyoruz. Casa Mila'yı gezmeyi planladığımız için içine girmiyoruz ve yolumuza devam ediyor. Gracia caddesinin sonunda El Diagonal bölgesi başlıyor. Burası bir sürü dükkanla ana alışveriş merkezlerinden birisi ve gracia bölgesi boyunca devam ediyor. Yeterli vaktimiz olmadığı için bu bölgeye devam etmiyoruz sağ kolda Casa Mila bütün ilginçliği ile gözüküyor.







Bina size de ilk bakışta kapodokya'daki yapıları hatırlatmıyormu? Benzerlik tartışılmaz.......Bina halk arasında La Pedrara ( taş ocağı) diye adlandırılıyor. Hergün 10.00 ve 20.00 saatleri arasında 8 EUR karşılığında ziyaret ediliyor. Kapısındaki uzun kuyrukta bir süre bekledikten sonra güvenlik önlemlerini de aşarak içeriye giriyoruz. Binada yüksek kira ücretini ödeyen şanslılar için hayat devam ediyor. Biz asansörle müze olarak kullanılan örnek daireyi görmeye çıkıyoruz.





Binanın içindeki ışıklandırma ve işçilik çok güzel. Mimarın hayal gücüne gıpta etmemek mümkün değil. Çatı katına çıktığımızda peri bacalarına benzeyen kabartmalar çok etkileyici. Gaudi'nin eserleri özellikle mimarlık okuyan kişilerin mutlaka görmesi gereken çalışmalar, İspanya mimarlık ünüversitesinde gaudi bölümü varmış, mimarın eserleri ve tarzı ders olarak okutuluyormuş. Yanında hayal gücü de veriyorlar mı acaba?

















Ziyaretimiz bittiğinde acıktığımızı fark ediyoruz ve o gün için daha önceden planladığımız tapas bara gitmek için binadan ayrılıyoruz. Geldiğimiz yoldan geri dönerken dükkanlara bakıyoruz.
Büyük kitapçılardan birisine girip burak için
İspanyolca kitaplar benim içinde tapas tarifleri olan bir yemek kitabı alıyoruz. Yolun solunda yemek yiyeceğimiz Txapella gözüküyor. Turizm yazılarında çok sık adına rastladığımız tapas bar 51 çeşit birbirinden lezzetli tapası ile meşhur. Bir gün öncesinden tecrübeli olduğumuz için bu sefer barın çevresindeki taburelere oturuyoruz ve işte karşımızda tapaslar.....İngilizce menüden kolaylıkla seçim yapabiliyoruz. Et ürünleri domuz kaynaklı olduğu için biz deniz ürünleri ağırlık seçim yapıyoruz.






12 tapas iki bira ve tatlı için 17 EUR ödüyoruz. Gerçektende çok makul bir fiyat. Tapaslar çok lezzetliydi. Yengeç eti, morino balığı, ançües, kırmızı biber, karides, kalamar, kuşkonmaz en çok kullandıkları malzemeler. Gitmeden patates braves 'in ününü duymuştuk. Patates kızartmasının üzerine güzel bir sos koyuyorlar gerçektende lezzetli. Tatlı olarak crema catalan diğer bir değişle flan seçiyoruz. Hafif bir tatlı bize daha çok pasta kremasını hatırlattığı için çok özellikli gelmedi en azından meşhur olduğu kadar.....






Barselona deniz ürünleri sevenler için gerçek bir cennet aksi durumda sanırım fast food seçeneklerini seçmek gerekir. Çünkü ağırlıklı olarak et olarak domuz eti kullanıyorlar ve sebze yemekleri de çok çeşitli görünmüyor.Bu arada gaspcho çorbala

rından bir önceki akşam içmiştik. Çok lezzetli soğuk cacık gibi. Kalkmadan önce mekanı çok sevdiğimiz için bir sonraki gün tekrar gelmeye karar veriyoruz.





Şimdi biraz alışveriş zamanı. Mango ve Zara'ya uğruyoruz. Fiyatlar Türkiye'dekine çok yakın belki bazı ürünlerde 1-2 EUR fark ediyor olabilir. Çeşit doğal olarak daha fazla ama benim hayal ettiğim gibi çok değişik ürünlerle karşılaşmıyoruz. Son olarak Er Cortes mağazasına giriyoruz.
El Cortes mağazası 9 katlı ve gerçektende içini gezmek çok zaman alıyor. İyi markaların satılması nedeniyle bize biraz pahalı geldi. Irmak için bir şeyler alarak tekrar gelmek üzere alışveriş bölgesinden ayrılıyoruz. Bir gün önce Barri gotik mahallesini çok iyi gezemediğimizi düşünerek bu bölgeye bağlanmak için la ramplas'a sapıyoruz.







Daracık sokakların arasında yürüyoruz kathedral ve çevresindeki binaların fotoğraflarını çekiyoruz. Barri Gòtic'in karşı tarafında yer alan La Ribera veya diğer değişle El Born bölgesinde pek çok müze ( Picasso Müzesi, Tekstil Müzesi ve Barbier- Müller müzesi ) bulunmakta. Bizim zamanımız kısıtlı olduğu için bu bölgeye gidemiyoruz . Ayrıca bu bölgede yer alan Santa Maria del Mar kilisesi de turistler için cazip bulunuyor. El Born bölgesinde pek çok butik, bar ve trendy restaurant bulunuyor.


Kathedralin arkasında bulunan eski sarayı ziyaret ediyoruz.





Kraliçe İsabella ünlü denizciyi amerikanın keşvinden sonra bu sarayda kabul etmiş. sarayın merdivenlerinden kolomb'un gururla çıkışı ve meydandaki halkın coşkusu gözümde canlanıyor. Hayallerimizle birlikte yürümeye devam ediyoruz. Köşedeki yelpazeciden annelere yelpaze alıyoruz. Artık çok yorgunuz otele dönmeden önceki son durağımıza doğru yollanıyoruz .




 Kolomb'un heykelini selamlayıp maremagnum'un önüne gidiyoruz.Bu noktadan limanı ve barselona'yı  seyrediyoruz.


2005 yılında inşa edilen alışveriş merkezine büyük bir köprüyle bağlanılıyor. Köprünün üzerindeki banklarda oturup limanı seyredebilirsiniz. Rüzgar için endişelenmenize gerek yok. Yapılan cam duvarlar ile rüzgar önlenmiş, çok yaratıcı !










Alışveriş merkezinin yanındaki akvaryum Avrupanın 3. büyük akvaryumu olması nedeniyle bir gün önce burak'a cazip gelmişti. Giriş 15 EUR ve gece 11'e kadar açık. İçeride bir sürü tropikal balık var. En cazip bölümü köpek balıklarının olduğu son bölüm. Önünde yığılma olmaması için yürüyen merdiven koymuşlar. Cam tünelde üzerinizden geçiyorlar çıkışta ırmak için plastikten yapılmış küçük balıklar alıyoruz. Artık otele dönme vakti.........





Biraz dinlendikten sonra akşam yemeği için liman bölgesine gidiyoruz. 1992 yılında yapılan olimpiyatlardan sonra gelişen bu bölgede çok geniş bir kumsal var. Ağustos sonu olmasına karşın havanın beklediğimizden daha serin olması nedeniyle denize hiç girmiyoruz. Ancak yaz boyunca kumsalın çok hareketli olduğunu tahmin ediyoruz. Sahil boyunca çok sayıda balık restaurantı bulunuyor.  Ancak bunlarla deniz arasındaki cadde biraz keyif kaçırıyor.Kumsalın bittiği noktada ise yat limanı başlıyor.Olimpiyat köyü olarak kullanılan bu bölgede evler yeni olmalarına karşın küçük olmaları nedeniyle aileler tarafından tercih edilmiyormuş. Balkonlarından deniz görülmesine karşın manzarayı bozan otoban faktörünü unutmamak lazım.....



Biz taksiden erken indiğimiz için biraz deniz kenarında yürüyoruz. Can Majo bu akşam yemek yemek için seçtiğimiz mekan. Saat 22.00 olmasına karşın mekan full dolu, hafta içi olmasının verdiği şansla kendimize bir masa bulabiliyoruz. Bu mekanı tercih etmemizdeki ana neden frommer's tarafından barselona'da en iyi paella'yı yiyebileceğimiz mekan olarak tavsiye edilmesi.Balık çorbası'da ünlü olmasına karşılık biz sadece paella ve bira ısmarlıyoruz. Ana yemekten önce zeytin ve üzerine sarımsaklı domates sürülmüş geleneksel tapaslarından getiriyorlar. Ve işte paella.......




Daha önce'de paella yemiş olmamıza karşılık bu gerçektende muhteşemdi. Zaten 2 resim birden koyunca siz hislerimi tahmin etmişsinizdir :) Değişik bir pirinçten yapılan paella'nın özelliği içinde kullanılan deniz ürünlerinin kalitesi, tazeliği ve pilavın  siz sipariş verdikten sonra hemen yapılması. Isıtıldığı zaman lezzetini yitiriyor. Büyük bir tavada 2 kişilik hazırlanan yemeğin içinde midye, kalamar, istiridye, jumbo karides, ıstakoz bulunuyor. Bazı yerlerde midye kabuklarıyla konuluyor. Benim için pek cazip bir görüntü değil.......





Bu yemek için sanırım 50 EUR civarında bir ödeme yapıyoruz. Ama gerçektende değer buralara yolunuz düşerse şiddetle tavsiye ederiz.Böylece ikinci günüde muhteşem bir şekilde noktalamış oluyoruz.


























Barselona'daki son günümüzü çok verimli kullanamıyoruz. İlk 2 gün kendimizi biraz fazla yormuş olmamız ve burak'ın ayakkabılarının sıkması nedeniyle bugünü sakin geçirmeye karar veriyoruz. Sabahtan biraz hediyelik eşya ve kıyafet alışverişi yapıyoruz. Artık tanıdık gelen sokaklarda yürüyoruz ayaklarımız bizi gene la ramplas'a çekiyor bu sefer el raval istikametine dönüyoruz.Mc Donald's dan birşeyler alıyoruz. Fiyatlar Türkiye'dekine göre çok pahalı ama artık balık yemekten sıkılmıştık en azından akşama kadar :)


El Raval istikametinden denize doğru yürüyoruz. Geçtiğimiz meydanlarda fazla turist yok. Daha çok ispanyol'lar var ve gelir seviyesinin düşük olduğu belli oluyor. Sant Pau del Camp ve Hospital de Santa Creu yolumuzun üzerindeki turistik noktalar. Bu bölge Chinatown olarakta adlandırılıyor. Barcelona’nın geleneksel kırmızı noktalı bölgesi. Biz bu yönde bir atraksiyon görmüyoruz belkide anayoldan ayrılmadığımız için..... Ama bu bölgenin sembolü olmuş dev kedi heykelini gördüğümüze göre doğru yolda olmalıyız. Liman oklarını takip ediyoruz.


                                                           

Karşımızda kolomb'un heykeli oda ne heykelin içinde insanlar var kimse bize üstüne çıkıldığını söylememişti?????
2 ,5 EUR vererek heykelin tepesine çıkıyoruz. asansör 4 kişilik yukarıda çıktığımız bölgeden manzara ise süper....













Biraz limanda takılıyoruz. sokak satıcısından krep alıyoruz hava çok güzel banklarda oturuyoruz. Sonra elimizdeki paketlerle dolaşmamak için otele gidiyoruz.












Biraz dinlendikten sonra önce plaza catalunya'ya gidiyoruz bir gün önce tapas yediğimiz bar'da gene birbirinden lezzetli tapaslardan yedikten sonra ışık gösterisini izlemek için plaza espanya'ya gidiyoruz.( Ne yazık ki ispanyol köyünü görmek için zamanımız kalmadı. ) Işık gösterisi su,ışık,renk ve müziğin birlikte sunulduğu gerçek bir görsel şölen Perşembe -Pazar günleri arasında izlenebiliyor.








Işık gösterileri arasında Barselona'daki son günümüzü tamamlıyoruz. Yarın sabah erkenden yola çıkacağız. İstikamet Madrid......






















Gezi yazımızın ilk bölümünü okumak için BARSELONA 1. GÜN