Pazartesi, Aralık 15, 2008

Urla-Sığacık-Alaçatı

Yazın geldiğimiz Çeşme'ye baharda geliyoruz. Amacımız etrafı gezmek baharın tadını çıkarmak. Otel olarak Ilıca otel seçimini yapıyoruz.Ancak şansımıza otelin çok kalabalık olması bizim için sıkıcı oluyor.. Genel olarak  oteli beğenmekle birlikte Şirince'nin sakinliğinden sonra açık büfelerde sıraya girmek, oturmak için yer kapmacalar ,çeşmenin rüzgarlı havası filan bizi çokta memnun etmiyor. Çeşme'deki ilk günümüzde kahvaltıdan sonra Urla'ya doğru gitmek üzere yola çıkıyoruz.Urla urla niyazi şarkısı eşliğinde yaklaşık 40 dakika sonra Urla'dayız. Öncelikle deniz kenarındaki bir cafe'de oturup sabah kahvelerimizi içiyoruz.





Kızlar deniz havasından ve güzel güneşten mutlu oturup hayatımızda gördüğümüz en büyük kazları seyrediyorlar. Urla hakkında aklımda tek kalan anı ünlü yunanlı şairYorgo Sefaris'in Urla'da doğup büyümüş olduğu. Dönünce internet'de şiirlerini aradım. İşte şair'in urla için yazdığı şiirlerinden biri;
Denize yakın mağaralarda bir susuzluk duyarsın,
Bir aşk,bir coşku deniz kabukları gibi sert alır avucuna tutabilirsin.
 Denize yakın mağaralarda günlerce gözlerinin içine baktım,
Ne ben seni tanıdım, ne de sen beni.......... ( Yorgo Sefaris)






Urla'dan Seferihisar'a doğru yolumuza devam ediyoruz. Sığacık Seferihisar'a bağlı deniz kenarında şirin bir balıkçı köyü, yol boyunca mandalina ağaçları, meyve bahçeleri. Sahil sığacık kalesi ve etrafındaki balık lokantaları ile çok sevimli...

12 İon şehrinden biri olan Teos'a ev sahipliği yapan Sığacık'ın ismi 1521-1522 yıllarında kentin sığınak olarak kullanıldığı zamanlardan kalmış. İon uygarlığına başkentlik yapan kent, bir dönem Efes ile yarışmış. Antik Teos kentindeki tapınak dünyanın en büyük Dionysos Tapınağı kabul ediliyor. Antik şehirde bu tapınaktan başka Agora, Tiyatro, Odeon ve Liman kalıntıları da gezilebilir.

Bu arada Teos Yunanca Tanrı demekmiş. Bu tapınağın tanrılarından Bakhus (Dionysos) mitholojide sarhoşluk boyutunda neşe, cinsel güç ve çılgınlık anlamına geliyormuş. Yaşamak ve iyi ürün almak için bu tanrıların memnun edilmesi gerektiği için sonbaharda ölen bu tanrıların, ilkbahardaki doğumu çılgın partilerle kutlanırmış. Bu günlerde erkekler eve kapanır, Rahibeler kendilerini kaybedene kadar şarap içerlermiş. Ormanda çılgınca eğlenirler, hayvanları öldürürlermiş. Herkes istediği kadına veya erkeğe aşk teklif edermiş. Çünkü artık ilkbahar gelmiştir, Geçen sonbaharda ölen tanrılar yeniden doğmuştur, artık asmalar üzüm verecektir. Üzümler şarap olacaktır, . Kısacası Milattan önceki 3 yy da Teos’da geçen bu “şen” hayat, bugünkü Sığacık’a hiç benzemiyormuş. Şimdilerde ortamın çok bozulduğunu söyleyenler, tarihteki bu sapkınlığa !!! ne diyecekler acaba.

Bence hiç mahsuru yok. 9-18 arası çalışan bizlerin hayatı belkide daha sapkın :(


Yemek için kıyıdaki balık lokantalarından birini seçiyoruz. Çok memnun kalıyoruz. Narlıkuyu'dan beri ilk defa bu kadar büyük kalamar porsiyonu görüyorum, Deniz çipurası, ahtopot salatası , barbunlar hepsi çok güzeldi. İçki bol meze ve balıklar için adam başı ödediğimiz para İstanbul'da benzer yerlerin yarısı düzeyinde kalıyor.




Bu arada ilk aktörler birliğinin Teos'da kurulduğunu öğreniyoruz.. Bu şehirde yaşamış şair Anekreon dizeleriyle gezimize sığacığa veda ediyoruz.

Homer’in Iyrin’i ver bana dostum
Değiştir Akordu hem de Kan ve Ateş istemiyorum,
Şarap ta değil;Aşkın kadehini sun bugün
Ritme karıştır
Ne gönül kır ne bulandır
Sarhoş olmak istiyorum
Döne döne, ebede dek
Eğlenmek, gülmek istiyorum.
Değiştir Akordu dostum
Homer’in Iyrini ver bana
Paydos de gayrı Kan ve Ateşten yana.

Karnımız şiş, yüzümüzde tatlı bir gülümsemeyle Sığacıktan ayrılıyoruz. Tekrar görüşeceğimize eminim. Şimdi istikamet Alaçatı....

Alaçatı'ya vardığımızda akşamdı ve gözümde çıkan arpacık'ın ağrısı ,gözlük takmak ve günün yorgunluğu bu güzel yerin tadını çıkarmamı engelledi. Ama alaçatı gerçektende görülesi bir yer. Fransa sahillerideymişiz gibi bakımlı evler, şık kafeler, sosyetik simalar ile bodrum'un bir adım önünde ve Çeşme'ye sadece 10 km uzaklıkta. Alaçatı taş otelleri ve yel değirmenleriyle meşhur...... Biz bu tatilde Alaçatı'da kalmayı çok istemiştik ancak ne yazık ki butik oteller çocuk kabul etmedikleri için mümkün olmadı.....







Günümüzden yüzyıl önce Alaçatı'dan şarap dış ülkelere ihraç edilirmiş. Alaçatı şarabı dünyanın kaliteli şarapları arasında yerini almış. Bu yüzden Alaçatı kiliselerinin en önemli süsleme figürleri üzüm salkımları.

Alaçatı'nın diğer bir özelliği olan Damla sakızı ağaçları dünyada ender bulunan bir bitkilerden. Bu ağaçlar Türkiye'de yalnız Alaçatı Belediyesi'nin korumasında ve 300'ün üzerinde bulunuyor. Alaçatı yerlisi komşusu sakız adası gibi damla sakızından çok yönlü yararlanıyor. Bu ağaçlardan lezzetli aromasıyla sakız reçeli ve eşsiz sakız rakısı yapıyorlar. Eski Yunan doktorları, sakızdan kuduza, yılan sokmalarına, mide rahatsızlıklarına, bağırsak ve akciğer hastalıklarına karşı çeşitli ilaçlar yaparlarmış. X. yüzyıldan sonra, sakızın ünü, Sakız Adası’nı aşarak yayılmış ve dünyada meşhur olmuş.

Alaçatı'nın sakızlı muhalebesiyle meşhur İmran pastanesinde bu tatlının tadına baktıktan sonra sakızlı lokum, sakızlı kahve alarak yorgun ama mutlu Çeşme'ye dönüyoruz. Durmak yok yarın Foça'dayız.....


Hiç yorum yok: